Felsefe, bilim için yararlı mı? Gerekli mi? Peki bilimin felsefeye katkısı nedir, ne olmalıdır? Bilim ve felsefe tarihi bize ne söylüyor? Bu hafta zihin felsefesi-nörobilim çerçevesinde iki programlık bir serinin ilk bölümünü gerçekleştiriyoruz.
Açık Radyo'nun yeni yayın dönemine “Zihin Felsefesi – Nörobilim” ilişkisini ele alan yeni bir seriyle başlıyoruz.
Bu hafta tartışmamızın odağı felsefenin bilim için neden gerekli olduğu.
Haftaya konuyu diğer yönden, Bilim'in felsefeye yararı ve katkısı açısından tartışacağız.
-- / --
Yapay zekanın kurucularından, eski Stanford Üniversitesi hocası John McCarthy, derslerinde şöyle derdi:
Felsefi varsayımlara değinmeden yapay zeka araştırması yapabileceğinizi sanıyorsanız, aslında kötü felsefi varsayımlarla yapay zeka araştırması yapıyorsunuz demektir.
John McCarthy (1927-2011)
-- / --
Yapay zeka kısmen bilim, kısmen teknoloji olarak görülebilir.
Fakat McCarthy'nin yapay zeka bağlamında söylediklerinin genel olarak bilim-felsefe, özel olaraksa nörobilim-zihin felsefesi ilişkisi için geçerli olduğunu düşünüyorum.
Peki ama niçin?
Bilim tarihine baktığımda şöyle bir genellemenin yapılabilir olduğu bana açık görünüyor:
Bilimin genellikle açıklıkla formüle edilen tezlerine karşılık felsefede bazen örtük varsayımlar yer alıyor. Ama her halukarda bu iki kategori arasında çoğunlukla etkileşimlerin olduğu görülüyor.
Bilimsel pratiklerin ‘zamanın ruhu’na uygun olarak sorgulamadan kabul ettiği ve kuramsal çerçeveleri belirleyen bu örtük felsefi önkabulleri sorgulamak, bunun için de genellikle görünür olmayan varsayımları önce görünür kılmak bilim açısından hayati öneme sahip.
-- / --
Bu söylediklerim, fizikçi ve bilim tarihçisi Thomas Kuhn'un zamanında çok ses getirmiş olan 1962 ilk basımlı kitabı "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabında anlattıklarıyla birebir örtüşmüyor ama kısmen benzerlikler olduğunu not edeyim.
-- / --
Bir örnek: Kimyadan fizyolojiye çeşitli bilimsel pratiklerin yüzyıllarca kabul ettiği bir görüşe göre "madde atıldır".
Yani tamamen fiziksel nesneler, kendi başlarına hareket edemez, "animasyon" gücüne sahip değildir; kendilerine etki edecek bir "dışsal güce" ihtiyaç duyarlar.
Bu görüş, herhangi bir bilime özel bir hipotezden ziyade genel bir metafizik tez içeriyor.
O kadar yaygın ki yıllar değil yüzyıllar boyunca sorgulanmıyor. Bu anlamda, bilimsel pratikler için bir "önkabul" olarak görülebilir.
Fakat bu önkabulle akıl yürütmeyle başlayan bilimsel çabalar, genellikle "çıkmaz sokaklar"da dolanıp duruyor, hedefledikleri sonuçlara bir türlü ulaşamıyorlar.
Konunun detaylarıyla ilgilenenler için, bilim felsefecisi Stephen Toulmin'in kitabı "Maddenin Mimarisi"ni önerebilirim.
-- / --
"Maddenin atıl olması" görüşü, kimyada fermentasyondan, biyolojide hayatın ve nörobilimde zihnin nasıl tezahür ettiğine kadar pek çok alanda bilimsel pratikler açısından belirleyici bir rol oynuyor.
Her seferinde nesneleri "hareketlendirilecek" bir dışsal güç formüle ediliyor.
Antik Yunan’dan Bilimsel Devrimler dönemine kadar "Anima Mundi", "Spiritus Universi", "Weltgeist" gibi isimlerle anılan ve maddi dünyanın dışında yer alarak onu harekete geçiren bir güç olduğu önkabulü, neredeyse her alanda sorgusuz sualsiz varsayılıyor.
Kimya tarihinden bir örnek vereyim: Binlerce yıldır ekmek ve bira yapımında kullanılan fermentasyon (mayalanma) nasıl gerçekleşir? Mekanizması nedir?
17. yüzyıl bilimcilerine göre maddesel dünya kendi başına mayalanmayı açıklayamaz; süreci dışarıdan bir gücün tetiklemesi gerekir.
-- / --
Nitekim, 17. yüzyılın en rağbette kimya dersi kitabı ‘Cours de Chymie’de, zamanın tanınmış kimyacısı Nicolas Lemery bu "atıl madde" önkabulüyle mayalanmayı açıklamaya çalışıyor.
Lemery'nin 1693'de yayımladığı kitabına ve kendi zamanında genel kabul gören görüşe göre şeker gibi maddelerin içinde bulunan ve dışsal gücün taşıyıcısı olan ruhlar, maddeyi terk ederken köpürerek mayalanmaya yol açarlar.
-- / --
Oysa bugün mayalanmanın tamamen mayalanma sürecini oluşturan maddelerin kimyasal etkileşimi sonucunda meydana geldiği, nesneleri terk etmeye çalışan ruhlarla ilgili olmadığı biliniyor.
Çağdaş kimya, 17. yüzyıl önkabulleri olmadan doyurucu bir bilimsel açıklama sunabiliyor.
-- / --
Bilimsel pratik için hayati öneme sahip olduğunu iddia ettiğim ve genel anlamda felsefi (metafiziksel) diyebileceğim "önkabuller", işte böyle, maddenin atıl olması gibi varsayımlar.
Ancak bu önkabuller görünür kılınıp sonra da reddedildiğinde bilim farklı açıklamalara yöneliyor.
Benzer örneklere nörolojide ve nörofizyolojide de rastlamak mümkün.
Şimdi, bugün nörobilimin kabul ettiği ve belki kimi araştırmaları çıkmaz sokaklara götüren varsayımlar nelerdir diye sorabiliriz.
Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Ama belki bu tür soruları sormanın ve cevaplar aramanın önemi konusunda fikir birliğine varabiliriz.
-- / --
Ama şundan emin olabileceğimizi söyleyebilirim: Bugün nasıl kimse kendi döneminin en önemli kimyacısı olarak bilinen Nicolas Lemery'nin adını bile anmıyorsa, yarının bilimi de bizim çağımızda gülünç yanlar bulacak; bugünün kimi bilimsel araştırmaları yarının çöp tenekesinde yer alacak.
Peki günümüzde nörobilim araştırmaları yapan bir bilimci, zihin felsefesinin hangi tezlerini sorgulamalı?
Tersinden de sorabiliriz: Bir zihin felsefecisinin niçin ve ne ölçüde nörobilim bilmesi gerekir?
-- / --
Bu tartışmayı gelecek hafta Phainomena dergisinin kurucusu, felsefeci Kaan Özkan ile
"nörofelsefe" ve "nörobilim felsefesi" bağlamında sürdüreceğiz.